![Deniz Türkali ve Gülse Birgül Özkan ile cinsel taciz ve bedensel sınırlar üzerine yapılan söyleşi.](https://static.wixstatic.com/media/2a43c3_26296ed45ae848d2a56ad6243b817e79~mv2.webp/v1/fill/w_852,h_572,al_c,q_85,enc_auto/2a43c3_26296ed45ae848d2a56ad6243b817e79~mv2.webp)
Aşağıdaki metin, 14 Mart 2021 günü Nihal Temel tarafından yürütülen söyleşinin düzenlenmiş metnidir.
Konuklarımızdan ilki olan Gülsen Birgül Özkan, yirmi altı yıldır çocuk istismarı, kadına yönelik şiddet ve travma vakaları ile çalışmaktadır. Dokuz yıldır da bir sosyal hizmet uzmanı olarak şiddete maruz kalmış kişilerle çalışmalar yürütmekte, şiddet ve toplumsal cinsiyet gibi konularda eğitimler vermektedir.
İkinci konuğumuz Deniz Türkali, yaklaşık altmış yıllık kariyeri boyunca yurtiçi ve yurtdışında pek çok konser verdi, birçok sinema filmi, tiyatro oyunu ve dizide oynadı, köşe yazarlığı ve yayın danışmanlığı yaptı. Hayatı boyunca hem sol hem feminist hareketin içinde yer aldı.
Cinsel Şiddet ve Tacizin Tanımı
Nihal: Öncelikle cinsel şiddet nedir ve cinsel tacizi hangi durumlarda cinsel şiddetin içinde konuşmalıyız?
Gülsen: Cinsel şiddet, istemediğimiz cinsel eylemlere - dokunmak, zorlama, baskı yoluyla cinsellik dayatmak gibi - maruz kalmaktır. Evde, sokakta, iş yerinde, tanıdığımız ya da tanımadığımız kişiler tarafından yaşanabilir. Buna fuhuşa zorlama, tecavüz, zorla doğum ya da kürtaj yaptırma, cinselliğimizi başkalarının cinselliğiyle kıyaslama veya cinselliğimizle aşağılanma gibi birçok farklı tür dahildir. Çok geniş bir yelpazede ele alabiliriz.
Cinsel taciz ise, cinsel şiddetin bir alt dalı gibi düşünebiliriz. İstenmeyen dokunmalar, istenmeyen sözler, zorla çekilen fotoğrafların sosyal medyada yayımlanması veya sürekli aranmak gibi durumlar hep taciz kapsamına girer.
Nihal: O zaman cinsel şiddeti bir şemsiye terim olarak kullanabilir miyiz?
Gülsen: Evet, kesinlikle. Cinsel taciz de bu şemsiyenin altında yer alır.
Tiyatro ve Bedensel Sınırlar
Nihal: Tiyatro fiziksel bir alan olduğu için bazen bedensel sınırların ihlal edilip edilmediği konusunda şüphede kalıyoruz. Tacizi nasıl tanımlarız ve sınırı nasıl çizeriz?
Gülsen: Aslında sınır çok ince ama net. Bizim istemediğimiz her türlü dokunma, tacizdir. İstemediğimiz bakışlar, zorla sarılmak veya el ele yürümeye zorlanmak da tacizdir. Biz dokunmatik bir toplumuz ama bu kişinin rızası olmadan yapılıyorsa, bu yine tacizdir. Kişi rahatsızsa, bunu hissettiği anda tepki göstermeli ve sınırlarını çizmelidir. Eğer birine “soğuk” deniliyorsa, bu o kişinin hassasiyetini ve sınırlarını koruduğunu gösterir. Zorla yapılan her şey tacizdir.
Nihal: Yani kişinin beyanı yeterli oluyor, değil mi?
Gülsen: Evet, niyetin bir anlamı yok. Tacizi yaşayan kişinin kendini nasıl hissettiği önemlidir.
Hukuksal Süreç ve İfşa
Nihal: Tacizi yaşayan bir kişi neden ifşa yoluna başvurur?
Gülsen: Hukuksal süreçlerde her ne kadar düzenlemeler olsa da, mağdurların bu süreçlerden yeterince verim alamadığına dair bir inanç var. "Şikâyet etsem de delil yoksa bir şey çıkmaz" düşüncesi yaygın. Ayrıca, tacize uğrayan kişinin çevresi tarafından suçlanma korkusu da var. Ensest vakalarda bile çocuklar, ilk olarak anneleri tarafından suçlanıyor çünkü anneler sosyal çevrelerinin bozulmasından korkuyorlar. Bu yüzden mağdurlar genelde ifşa yoluna başvuruyor, özellikle başkalarının da aynı kişiden zarar gördüğünü fark ettiklerinde. Ancak hukuksal süreci de işletmek gerekiyor.
Nihal: İfşa, hukuksal sürecin işlememesinden mi kaynaklanıyor?
Gülsen: Hayır, ifşa bir alternatif değildir, hukuksal süreçle birlikte işletilmelidir. Hukuk sistemi işler hâle getirilmeli. 6284 Sayılı Kanun çok önemli bir düzenleme, bu kanun kadının beyanını esas alır ve delil aranmaksızın işlem yapılır. Ancak Ceza Kanunu'nda caydırıcı bir ceza sistemi olmadığı için çoğu ceza para cezasına çevriliyor. Yine de bu kanun çok değerlidir ve hukuki sürece başvurulmalıdır.
Nüfuzlu Kişiler ve İfşa
Nihal: Tacizde bulunan kişinin nüfuzu, ifşa ve hukuksal süreçleri nasıl etkiler?
Gülsen: Nüfuzlu kişiler söz konusu olduğunda mağdur üzerinde baskı ve korku oluşuyor. İnsanlar bu kişileri koruma eğiliminde olabiliyor. Ancak son zamanlarda bu tür vakalar daha fazla gündeme geliyor ve mahkeme süreçleri daha dikkatle izleniyor.
Nihal: Peki nüfuzlu bir kişinin ifşa sonrası toplumdan dışlanması, toplumsal bir ceza mı?
Gülsen: Toplum emin olmak istiyor, delil yoksa kişinin itibarını koruma çabası olabiliyor. Ama zaman içinde sosyal ve mesleki sonuçlar doğabiliyor, iş kaybına uğrayabiliyor. Bu da bir tür toplumsal cezalandırma anlamına geliyor.
Feminist Kazanımlar ve Sektördeki Değişim
Nihal: Tiyatro ve sinemada kadın+ oyuncuların feminist kazanımlarından bahsedelim. Feminist mücadele sektörde nasıl bir değişim yarattı?
Deniz: Feminist mücadele, kadın hakları mücadelesinden farklıdır. Kadın hakları mücadelesini herkes savunabilir ama feminizan olmak başka bir şeydir. Feminist kadınların sektördeki mücadeleleriyle birlikte kadınların artık kamera arkasında daha fazla yer aldığını görüyoruz. Yeşilçam döneminde kadın yönetmen neredeyse hiç yoktu. Şimdi hem sinemada hem tiyatroda kadınların sesi daha fazla duyuluyor.
Nihal: Feminist temsilin önemi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Deniz: Feministler geçmişte her zaman yanlış temsil edildiler. Hem aseksüel hem seks delisi, hem erkeklerden nefret eden hem de onlara düşkün olarak gösterildiler. Şimdi ise feminizm daha normalleşti. Artık "sus" demekten çekinmiyoruz ve bu bile önemli bir kazanım.
Tiyatroda Rıza ve Güç İlişkileri
Nihal: Tiyatroda oyuncu-yönetmen ilişkisini konuşalım. Bedensel sınırlar, rıza ve güç dengesi açısından bu ilişki nasıl olmalı?
Deniz: Tiyatroda oyuncu ve yönetmen arasında güven ve eşitlik olmalıdır. Yönetmen, kendini bir tür otorite figürü ya da "Allah" gibi görmemeli. Bu yaklaşım, maalesef bazı yerlerde yaygın. Ama tiyatro dediğimiz şey, kolektif bir iş; bir işi beraber paylaşıyoruz. Tiyatroda her şey oyuncudur, yönetmen elbette çok saygı duyulacak bir iş yapar, ancak sahnede asıl iş oyuncuya düşer. Yönetmenin bir otorite olarak oyuncunun bedenine müdahale etmesi ve rızasını hiçe sayması yanlıştır. Bir oyuncunun bedeni, en önemli malzemesidir. Kafamızdan ayağımızın ucuna kadar her şeyimizi sahneye koyuyoruz. Bu süreç, yönetmenle oyuncu arasındaki eşitlik temelinde yürümelidir.
Nihal: Peki, yönetmene "kendini teslim etmek" ya da "eti senin, kemiği benim" anlayışı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Deniz: Bu son derece yanlış ve medreselerden kalma bir anlayış. Oyuncunun bedeni, yönetmenin keyfine bırakılacak bir şey değil. Eğer yönetmene inanıyorsan ve aynı dili konuşuyorsanız, ona güveniyorsanız, tabii ki kendinizi ona teslim edebilirsiniz. Ama bu, “eti senin kemiği benim” anlayışından çok uzak bir şey. Bu tamamen karşılıklı güven ve saygıya dayanır. Yönetmen size sahnede nasıl olacağınızı söyler, yardım eder, bir dünya kurar ve siz o dünyada yerinizi alırsınız. Ancak bu süreçte her şey oyuncu ve yönetmenin eşitliği üzerine kuruludur. Yönetmen oyuncuyu zorlayarak bir şey elde edemez.
Nihal: Bedensel sınırlar ve rıza tiyatroda nasıl korunmalı?
Deniz: Tiyatroda bedenimiz, aklımız ve duygularımız sahnede. Oyuncunun bedensel sınırlarına saygı gösterilmesi ve bu sınırların ihlal edilmemesi çok önemli. Örneğin, bir sahnede çıplaklık gerekiyorsa, bu yönetmenle oyuncu arasında karşılıklı rıza ve anlaşma çerçevesinde olmalı. Çıplaklık, ya da bedenin herhangi bir şekilde kullanılması, asla yönetmenin tek taraflı bir kararıyla dayatılamaz. Rıza her zaman iki taraflı olmalı, oyuncu kendini rahat hissetmeli ve neyin doğru olduğunu beraberce kararlaştırmalılar.
Nihal: Tiyatroda otoritenin suistimali çok konuşuluyor. Özellikle kadın oyuncular için bu daha büyük bir sorun olabiliyor. Yeşilçam'da sıkça duyduğumuz “şöhrete giden yol yönetmenin yatağından geçer” algısı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Deniz: Bu algı Yeşilçam'a özgü değil, otoritenin olduğu her yerde böyle bir durum söz konusu olabilir. Ben 33 yıl boyunca Atıf Yılmaz'la evliydim ve bir gün ona “Hani şöhrete giden yol yönetmenin yatak odasından geçiyordu, otuz yıldır yataktayım ama şöhret yok” dedim. O da bana “Geçip gidecektin, sen kazık attın yatağa” diye espri yapmıştı. Ancak bu, genel bir yanlış algıdır. Her iş kolunda otorite suistimalleri olabilir. Bir doktor hemşireye, bir öğretmen öğrenciye böyle bir şey yapabilir. Bu sadece Yeşilçam'a özgü bir durum değil. Ancak bu tür ilişkiler, otoriteyi kötüye kullanarak yapılırsa işte o zaman sorun başlar. "Ben yönetmenim, sana rol vereceğim" mantığıyla bir şeyler yapılması yanlıştır. Ama bunun Yeşilçam’a özgü olduğunu söylemek haksızlık olur.
Nihal: Sahne sanatlarında bedensel sınırlar ve oyuncu-yönetmen ilişkileri sizce nasıl daha sağlıklı hale getirilebilir?
Deniz: Tiyatroda veya sinemada bedensel sınırlar, rıza ilişkisi üzerine kurulmalı. Oyuncu ve yönetmen arasında hiyerarşi yerine karşılıklı güven ve anlayış olmalı. Özellikle kadın oyuncular açısından bu çok önemli. Rıza, her türlü bedensel temasta belirleyici olmalı. Eğer bir oyuncu kendini rahatsız hissediyorsa, bu hemen dikkate alınmalı. Geçmişte bu konuda büyük yanlışlar yapıldı, ancak bugün daha bilinçli bir şekilde ilerliyoruz. Yine de rızanın ihlal edildiği durumlar hâlâ karşımıza çıkabiliyor. Bu yüzden sektör içinde daha fazla farkındalık yaratmamız gerekiyor.
Commentaires